Üçüncü Mekanların Çöküşü

Nizamettin Gümüş

Kendimi ‘yazar‘ veya ‘düşünür‘ gibi statik etiketlerden çok, hayatın içinde nefes alan bir ‘gözlemci‘ ve ‘okur‘ olarak tanımlıyorum. Ve tüm bu rollerin üzerinde taşıdığım en değerli kimliklerim, bir ‘eş‘ ve ‘baba‘ olmaktır.

Modern kentin sokaklarında yürürken, bir an durup soluklanmak istediğinizde kendinize şu soruyu sorun:

Cebimden tek kuruş çıkarmadan, bir müşteri sıfatına bürünmeden, sadece bir yurttaş olarak oturabileceğim, sosyalleşebileceğim sıcak ve güvenli bir yer var mı?

Eğer bu sorunun cevabını vermekte zorlanıyorsanız, yalnız değilsiniz.

Evimiz (birinci mekan) ve iş yerimiz (ikinci mekan) arasında sıkışıp kalan hayatlarımızda, bizi bir araya getiren, toplumsal dokuyu ören ve demokrasinin gayriresmi kuluçka merkezleri olan Üçüncü Mekanlar sessizce yok oluyor.

Bu yazı, sadece parkların betona dönüşmesiyle ilgili bir ağıt değildir. Bu, toplumsal atomizasyonun, yalnızlığın ve her santimetrekaresi ticarileştirilmiş kentlerin, insan ruhunda ve toplumsal bellekte açtığı derin yaraların anatomisidir.

Sosyolog Ray Oldenburg, The Great Good Place adlı eserinde üçüncü mekanları tanımlarken çok net kriterler ortaya koyar.

Burası, evdeki sorumluluklardan ve işteki hiyerarşiden arınmış olduğumuz yerdir. Bir Fransız kafesi, bir İngiliz pub’ı, eski bir İstanbul kıraathanesi ya da bir Alman bira bahçesi.

Bu mekanların ortak özellikleri şunlardır:

Nötr Zemindir: Oraya girmek için kimseye hesap vermezsiniz, istediğiniz zaman gelir, istediğiniz zaman gidersiniz.

Eşitleyicidir: İçeri girdiğinizde statünüz, maaşınız veya unvanınız kapıda kalır. Bir CEO ile bir fabrika işçisi aynı masada sohbet edebilir.

Ana Faaliyet Sohbettir: Oyun, yeme-içme olsa da asıl amaç insan etkileşimidir.

Erişilebilirdir: Hem konum olarak yakındır hem de ekonomik olarak herkesin ulaşabileceği seviyededir.

Müdavimlik Esastır: Mekanın ruhunu oluşturan, orayı evi gibi benimseyen müdavimlerdir.

Gösterişsizdir: Lüks değildir, ev hissi verir.

Ancak bugün, bu kriterlerin neredeyse tamamı aşınmış durumda. Eşitleyici ve erişilebilir olma özellikleri, yerini seçkinleştirici ve tüketim odaklı olmaya bıraktı.

Tarihsel olarak üçüncü mekanlar, devrimlerin, sanat akımlarının ve felsefi tartışmaların doğum yerleridir.

Aydınlanma Çağı'nın fikirleri Fransız salonlarında ve İngiliz kahvehanelerinde filizlenmiştir.

İnsanlar buralarda sadece kahve içmez; haberleşir, tartışır ve biz olma bilincini geliştirirdi. Bu mekanların yok oluşu, sadece gidecek yer bulamamak değil, kamusal alan (public sphere) kavramının da çöküşü demektir.

Üçüncü mekanların erozyonu tek bir sebebe bağlanamaz. Bu, ekonomik, mimari ve teknolojik faktörlerin iç içe geçtiği karmaşık bir süreçtir.

Eskiden bir çay bahçesinde tek bir çayla saatlerce oturmak, garsonun da buna ses çıkarmaması mahalle kültürünün bir parçasıydı.

Bugün ise kent merkezlerinde gayrimenkul kiraları o kadar astronomik seviyelere ulaştı ki, işletmeler sirkülasyon (devir daim) üzerine kurulu bir model benimsemek zorunda kaldı.

Modern kafeler, rahatsız sandalyeler, yüksek sesli müzik ve hızlı servis ile size şunu fısıldar:

Kahveni iç ve kalk, yerini sıradaki müşteriye bırak.

Artık bir mekanı işgal etmenin bedeli vardır. Bu durum, düşük gelirli bireyleri, öğrencileri ve emeklileri bu mekanlardan dışlar. Oturmak, satın alınan bir hizmete dönüşmüştür.

Belediyelerin ve şehir plancılarının son yıllarda benimsediği güvenlikçi yaklaşım, ücretsiz oturma alanlarını yok etti.

Bankların üzerine evsizlerin uyumasını engellemek için konulan demir çubuklar,

Meydanların betona gömülmesi ve gölgelik alanların kaldırılması,

Parkların etrafının çitlerle çevrilmesi veya AVM girişlerine entegre edilmesi.

Bu tasarımlar, istenmeyen kişileri (evsizler, gençler, aylak gezenler) uzaklaştırmayı hedeflerken, aslında tüm toplumu cezalandırır.

Şehir, bir yerden bir yere gitmek için tasarlanmış bir koridora dönüşür; durmak şüpheli veya paralı bir eylemdir.

Türkiye özelinde ve dünyada, üçüncü mekanların yerini AVM'ler (Alışveriş Merkezleri) aldı. AVM'ler, kamusal alan gibi görünse de aslında özel mülkiyettir.

Kuralları mülk sahibi koyar. Orada bulunmanızın tek meşru sebebi tüketmektir. İklimlendirilmiş, güvenli ve temizdirler; ancak ruhsuzdurlar.

AVM'de karşılaşmalar tesadüfi değil, ticaridir. Orada yurttaş değil, sadece tüketicisinizdir.

Fiziksel mekanların yokluğunda, sosyalleşme ihtiyacımız dijital dünyaya kaydı. Sosyal medya platformları, forumlar ve Discord sunucuları yeni hangout (oyalanma) alanlarımız oldu.

Ancak dijital alan, fiziksel üçüncü mekanın yerini tutabilir mi?

Cevap ne yazık ki hayır.

Para harcamadan oturulacak yerlerin yokluğu, sadece bütçemizi değil, toplumsal ruh sağlığımızı da tehdit ediyor.

Robert Putnam'ın ünlü Bowling Alone (Yalnız Bowling Oynamak) tezinde belirttiği gibi, toplumsal sermayemiz eriyor.

İnsanlar artık topluluklara üye olmuyor, komşularını tanımıyor. Üçüncü mekanlar, zayıf bağların kurulduğu yerlerdi.

En iyi arkadaşınızla evde görüşürsünüz ama mahallenizdeki postacıyla, fırıncıyla veya yan masadaki yabancıyla üçüncü mekanda bağ kurarsınız.

Bu zayıf bağlar, topluma aidiyet hissinin temelidir. Bunlar koptuğunda, kronik yalnızlık başlar.

Farklı olanla karşılaşmadığımız sürece, ona karşı tolerans geliştiremeyiz.

Ücretsiz ve herkese açık parklar veya kütüphaneler, toplumun her kesimini (zengin, fakir, genç, yaşlı, göçmen, yerli) bir araya getiren nadir potalardı.

Şimdi ise gated communitylerde (kapalı siteler) ve sadece kendi ekonomik sınıfımızın gidebildiği gurme kahvecilerde yaşıyoruz.

Bu gettolaşma, toplumsal kutuplaşmayı ve ötekileştirmeyi körüklüyor.

Peki, her şey bitti mi? Para harcamadan var olabileceğimiz son kaleler neresi?

Burada Halk Kütüphaneleri kahramanca bir direniş sergiliyor. Kütüphaneler, modern dünyada Burası güvenli, sıcak ve burada bulunmak için hiçbir şey satın almak zorunda değilsin diyen neredeyse tek kapalı mekandır.

Son yıllarda kütüphanelerin sadece kitap deposu olmaktan çıkıp, topluluk merkezlerine (maker atölyeleri, toplantı salonları, kafe alanları) dönüşmesi bu ihtiyacın bir sonucudur.

Ancak kütüphaneler tek başına yeterli değildir. Şehir planlamasında radikal bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır.

Sadece konut veya sadece ticaret bölgeleri yerine, karma kullanımlı, yaya odaklı mahallelerin teşviki.

Sadece yeşil alan değil, etkileşim alanları (satranç masaları, amfitiyatrolar) içeren güvenli parklar.

Belediyelerin işlettiği, kâr amacı gütmeyen, cüzi fiyatlı veya ücretsiz çay bahçeleri/sosyal tesislerin artırılması.

Üçüncü mekanların yok oluşu meselesi, basit bir kahve fiyatları çok pahalı şikayeti değildir. Bu, kent hakkı meselesidir.

Bir şehir, sakinlerine sadece barınacak bir kutu ve çalışacak bir ofis sunuyorsa, orası bir yaşam alanı değil, bir üretim kampıdır.

Para harcamadan oturabileceğimiz bir bank, bir park köşesi veya bir halk evi bulamadığımızda, aslında kaybettiğimiz şey cüzdanımızdaki para değildir.

Kaybettiğimiz şey, tesadüflerin güzelliği, tanımadığımız birine merhaba deme cesareti ve kendimizi bir bütünün parçası hissetme huzurudur.

Şehirlerimizi betondan ve AVM'lerden ibaret görmeyi reddetmek, ücretsiz oturma hakkını talep etmek, aslında insanlığımızı geri talep etmektir.

Çünkü insan, sadece tükettiği kadar değil, paylaştığı kadar vardır.

Ve paylaşmak için, önce bir araya gelebileceğimiz bir yere ihtiyacımız var.


We G o o g l e We Blogger

Nizamettin Gümüş ⠀Yazar Hakkında:
⠀Kendimi ‘yazar‘ veya ‘düşünür‘ gibi statik etiketlerden çok, hayatın içinde nefes alan bir ‘gözlemci‘ ve ‘okur‘ olarak tanımlıyorum. Ve tüm bu rollerin üzerinde taşıdığım en değerli kimliklerim, bir ‘eş‘ ve ‘baba‘ olmaktır.


3 Yorum Yapılmış

Dikkat Yorumlara resim ve video ekleyebilmek için URL ekleyebilirsiniz...
Dikkat Reklam amaçlı linki bırakmak, hesabınızın geçici olarak engellenmesine sebep olur.

:)

;)

:D

:(

=(

:@

:X

:O

:P

:F

:Y

:A

<3


:T

:H
Yeni Yorum Yap

  1. Yazıyı şimdi okuyunca gerçekten düşündüm de gerçekten de beton yığınlarının arasında kalmışız. :T

    Öncelikle şu kafelerdeki "Kahveni iç ve kalk, yerini sıradaki müşteriye bırak." mevzusuna katılıyorum. Bazen darlama bile yapıyorlar ve evet sandelyelerde rahatsız. :)

    Çok yeşillikli bir gelecek bırakmıyoruz sonraki nesillere :)

    Emeğine sağlık abi :T

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum.

      Yazılar biraz uzun oluyor ama kısa yazarak da anlatılmıyor bazı sorunlar.

      Sil
  2. Merhabalar.
    Yıllar önce o üçüncü mekanlarımız vardı ve çok güzeldi. Bu güzellikleri mekanları ile birlikte kaybediyoruz. Bence bu durumu, bir insan bedeninin yara almış ve kan kaybeden bir kan damarına benzetebiliriz.
    Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil